Öz
Azerbaycan hem Türkiye hem de bulunduğu bölge için en önemli ülkelerden bir tanesidir. Yeraltı kaynakları bakımından çok zengin olan ülke, aynı anda hem Türk, hem Rus, hem de Fars etki alanı içinde bulunmaktadır. Etnik bakımdan Türkiye ile kuvvetli bağları olan bu Güney Kafkasya ülkesi dini bakımdan İran’ın, tarihsel bağlar açısından ise Rusya’nın yakınında yer almaktadır. Yıllarca Sovyet idaresi altında yaşayan Azerbaycan halkı bağımsızlıklarının hemen ardından kendilerine güçlü bir müttefik bulmak zorundaydı ve aniden bu zor tercih ile baş başa kalmışlardı. Bu yazımızda Azerbaycan’ın kaderini belirleyen bir yol ayrımından yani 1993 Bakü Darbesi’nden bahsedeceğiz.
Giriş
Azerbaycan tarihine kısaca baktığımızda sürekli olarak farklı devletlerin egemenliğine geçmiş bir bölge görmekteyiz. Yıllar süren Fars ve Rus egemenliğinden sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa tarafından alınmak istenmiş ancak bu plan başarıya ulaşmamıştı. Ancak Enver Paşa’nın da verdiği ilham ile 1918 yılında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’i kuruldu. Mehmet Emin Resulzade önderliğinde kurulan bu devlet sürekli olamadı ve 1920 yılında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulması ile Sovyetler Birliği’nin egemenliğine girdi. Ancak bu kısa süreli tecrübe ilerleyen yıllarda Azerbaycan için büyük bir ilham kaynağı oldu.
1. Karabağ Sorunu ve Rus İşgali
Sovyet Rusya’da Gorbaçov dönemiyle birlikte başlayan rahatlama ve gevşeme hareketleri içinde bulundurduğu tüm halkları etkilemeye başlamıştı. Bu çözülme süreci ve ardından elde edeceği bağımsızlık sırasında Azerbaycan’ın en büyük sorunu ise Karabağ Meselesi’ydi. 1987 yılından sonra ise bölgede oluşan güç boşluğundan faydalanan Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kontrolünde bulunan Karabağ bölgesini ele geçirmek için harekete geçti. 1990 yılının ilk aylarında, Karabağ’da bir dizi katliam gerçekleştiren Ermeni kuvvetlerine karşı Azeriler hafif bir direniş gösterebiliyorlardı. Onun dışında büyük mitingler düzenleyen Elçibey liderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, halkın desteğini kazanıyordu.[1]
Karabağ Olayları’na bir çözüm bulamaya Moskova yönetimi, Kızıl Ordu’yu Bakü’ye yollayarak fiilen şehri işgal etti. Tankların sokağa inmesinin ardından olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Azerbaycan halkı direnmeye çalışsa da ellerinde silah olmadığı için bu mümkün olmadı. Yine de durulmayan olaylar sebebiyle hem Moskova yönetiminin hem de Azerbaycan Komünist Partisi’nin halk nezdinde saygınlığı azalıyordu. Bir yandan iç ve dış basına röportajlar veren Elçibey resmi olmasa da fiili liderliğe soyunmuştu.[2]
Azerbaycan Halk Cephesi ile Komünist Parti arasında kurulan resmi temasların ardından Azerbaycan’da 20 Mayıs 1990 günü Başkanlık sistemine geçildi ve Başbakan Ayaz Mutallibov (Komünist Parti’den) Devlet Başkanı oldu. [3]
Bu süreçte Türkiye’nin tutumuna değinmek de elzemdir. İlk başlarda Karabağ Meselesi’ni “Sovyetler’in iç sorunu” olarak değerlendiren Ankara hükümeti, ilerleyen süreçlerde konu üzerine daha farklı stratejiler çizmeye başlamıştı.[4] İç siyasette de eleştirilere maruz kalan Cumhurbaşkanı Özal, ikili ilişkileri canlandırmak için çalışmalara başlamıştı. 1991 yılında Bakü’de Başkonsolosluk açılmasıyla bu ilişkiler daha da hızlanmıştı. Aynı yıl Sovyetler Birliği’ne resmi ziyarette bulunan Turgut Özal, Bakü’ye de uğrayıp bir dizi karşılıklı anlaşma imzalamıştı. [5] Türkiye, Azerbaycan’nın önemini yeni yeni kavrıyor ve bir etki alanı kurmaya çalışıyordu.
2. Bağımsızlık Süreci
Daha önce de bahsettiğimiz üzere Gorbaçov liderliğinde Sovyet rejimi çözülmeye başlamış ve sert komünist rejim gevşeme sürecine girmişti. Kırılma anı ise 19 Ağustos 1991 sabahında gerçekleşti; Gorbaçov karşıtı Kızıl Ordu ve KGB silahlı bir darbe başlattılar. Moskova’da tanklar yürürken Kırım’daki yazlığında bulunan Gorbaçov tutuklandı ve istifaya zorlandı. Ancak halkın desteğini alamayan darbeci Komünist Parti, KGB ve Kızıl Ordu büyük tepkiyle karşı karşıya kaldılar. Boris Yeltsin gibi önemli figürlerin önderliğinde sokağa çıkan halk, tankların önüne geçerek darbeyi durdurdu.
Azerbaycan’da ise mevcut lider Mutallibov darbecileri desteklemek için hiç beklememişti, muhalif lider Elçibey ise darbe karşıtı açıklamalarda bulunmuştu.[6] Yazımızın ilerleyen kısımlarında bahsedeceğimiz, iki lider arasındaki derin uçurumun en bariz göstergesi bu durumdur.
Bu başarısız darbe girişiminin ardından iyice zayıflayan komünizm yavaş yavaş çözülmeye başladı. Estonya, 20 Ağustos günü; Letonya ise 21 Ağustos günü bağımsızlıklarını ilan etti. Bunları diğer Baltık ülkeleri seyretti.[7] Azerbaycan ise 30 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını dünyaya deklare etti.
Ancak daha önce de değindiğimiz üzere Azerbaycan’ın jeopolitik önemi onu diğer eski Sovyet ülkelerinden ayırıyordu. Özellikle Rusya’nın ve Amerika’nın tepkilerinin öngörülememesi sebebiyle Azerbaycan Cumhuriyeti’nin resmi olarak tanınması uzun zaman aldı. İlk tanıyan ülke olan Türkiye bile uzun tartışmaların ardından 9 Kasım günü resmi açıklamayı yaptı. [8] 18 Ekim 1991 tarihinde ise bağımsızlık bildirgesi referandum yoluyla onaylandı.
Bağımsızlık her ne kadar Azerbaycan için büyük bir başarı gibi gözükse de daha büyük sorunların üzerini örtemedi. Cumhurbaşkanı Mutallibov, Başbakanı Hasanov ile geçinemiyor ve bunun farkında olan muhalefet ise daha fazla üzerlerine gidiyordu. Ülkede iç siyaset devamlı gerilimliydi ve bu durum akıllara “iç savaş” ihtimalini getiriyordu. Bu karanlık havayı doruğa ulaştıran ise acı bir haber oldu. 26 Şubat 1992 günü Hocalı kasabasından gelen haberler Bakü’deki herkesi şoka uğrattı. Bölgedeki Rus Alayı’nın desteğini alan Ermeniler, Hocalı’da yüzlerce sivili katletmişti. Bu haberin duyulmasının ardından Elçibey liderliğindeki Halk Cephesi, Mutallibov ve Hasanov’un istifasını istedi ve bir ültimatom yayınladı. Ayrıca Karabağ’da askerlerin yönetiminden sorumlu olan bazı Komutan-Politikacılar[9], Bakü yönetimini cepheye yeterince yardım göndermemekle suçladılar.
Bütün bu olanların ardından Cumhurbaşkanı Mutallibov 6 Mart 1992’de istifasını sundu. Özellikle muhalefet ve halkın büyük bölümü tarafından, komünizmin ülkeden silinişi olarak değerlendirilen bu hamle siyasal atmosferi biraz olsun rahatlatmıştı. Cumhurbaşkanı vekili olarak Bakü Üniversitesi’nin Rektörü olan Yakub Memedov atanmıştı. 7 Haziran tarihi ise Cumhurbaşkanlığı seçimi için belirlenmişti.
Başbakan Hasanov, eski bir komünist olarak muhalefetin büyük tepkisini çekiyordu. Özellikle, daha sonra detaylıca inceleyeceğimiz iki önemli isim, Haydar Aliyev ve Ebulfez Elçibey hükümeti ağır şekilde eleştiriyordu. Artık gücünü yitiren ve Elçibey’in adaylığını açıklaması ile seçimde şansı kalmayan Hasanov, 6 Nisan günü Başbakanlıktan çekilerek Azerbaycan’ın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olarak New York’a hareket etti.
3. Mutallibov’un Darbesi
Bakü’de sakinleşmiş gözüken hava bir anda eskisinden de karmaşık bir hale büründü. Özetlemek gerekirse, muhalefetin baskısı ile istifa eden Mutallibov iktidara geri dönmek için Rus ve eski KGB üyelerinin desteğini alarak bir darbe başlattı. 6 Mayıs 1992’de Mutallibov yanlısı milisler silahlı biçimde meydanlara inmiş ve gösterilere başlamıştı. Olayların durmaması üzerine Milli Şura[10] 12 Mayıs’ta olağanüstü gündem ile toplandı. Bu toplantıya katılmayan Halk Cephesi darbeyi durdurmak için silahlı hazırlıklara başlamıştı. Milli Şura’nın toplantısından Yüksek Sovyet’i toplantıya çağırma kararı çıktı. 14 Mayıs’da toplanan Yüksek Sovyet’te eski komünist parlementerler çoğunluktaydı ve darbeyi meşru kılan bir karar çıkarttılar. Bu karara göre; Mutallibov’un 6 Mart’ta sunduğu istifa geçersiz kılınmış, Cumhurbaşkanlığına geri getirilmiş ülkede sıkıyönetim ilan edilmiş ve tüm siyasi faaliyetler durdurulmuştu.[11]
Koltuğa geri oturan Mutallibov’un ilk hamlesi 7 Haziran için planlanan seçimleri iptal etmek oldu. Muhalefetin yani Elçibey liderliğindeki Halk Cephesi’nin bu darbeye tepkisi beklendiği üzere sert oldu. 14 Mayıs gecesi halka seslenen Elçibey; darbecilere bir günlük süre verdiklerini aksi halde müdehalede bulunacaklarını açıkladı. Karabağ’da hükümet desteğinden yoksun savaştıklarına değinen Elçibey “öldü var, döndü yok” ve “ya istiklal ya ölüm” sözleriyle kürsüden indi. [12]
Verilen sürenin dolması ile birlikte Halk Cephesi, milis kuvvetler ve ordudan gelen muhalif birlikler ile birlikte, Bakü’de ilerlemeye başladı. Yer yer yükselen çatışmalara rağmen 6 Mayıs günü kontrol tamamen muhaliflerin eline geçmişti. Mutallibov ve yanındakilerin ise Moskova’ya kaçtığı öğrenildi. Bir diğer detay ise; basında yer alan haberlere göre, sokağa çıkan darbe destekçilerinin İran bayrakları taşımasıydı. Bu durumda, darbenin arkasında İran ve Rusya’nın olduğu ancak onunda zaferle çıkan tarafın Elçibey ve onun her fırsatta samimiyet ve muhabbetle andığı Türkiye olduğu aşikardır.[13]
4. 7 Haziran Seçimleri
Bu acı hadisenin ardından ülkede istikrarı kurmak ve seçimlere güvenli bir ortamda gidilmesini sağlamak için geçici bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümetin esas görevi Azerbaycan’ın ilk demokratik seçimlerinin gerçekleşmesine ortam hazırlamaktı.
Son yıllarda yıldızı daha da parlayan, Azerbaycan Halk Cephesi’nin lideri Ebulfez Elçibey adaylığını açıklayarak en favori isim haline gelmişti. 1989 yılında Karabağ’daki Ermeni saldırılarına karşı örgütlü bir mücadeleyi sağlayabilmek için Halk Cephesi’ni kuran Elçibey, milliyetçilik ve tam bağımsızlık vurgularını içeren söylevleriyle dikkat çekiyordu.
Karşısındaki en güçlü aday ise Mutallibov’un ardından vekaleten Cumhurbaşkanlığı’na gelen Yakub Memedov’du. Esasen bir siyasetçi olmayan Memedov, Mutallibov’un çevresinden destek görmeye başlamıştı.
Bu iki ismin dışındaki adayların seçilme şansı çok az görülüyordu. O dönemde Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin Ali Meclisi Başkanlığı’nı yürüten Haydar Aliyev ise 65 yaş sınırına takıldığı için aday olamıyordu.[14]
Seçim kampanyaları gergin atmosfer sebebiyle durgun geçiyor, kalabalık mitingler yapılmıyordu. Elçibey kampanyasını istikrar, özgürlük ve Türkçülük vaadleri üzerine kurmuştu.
Beklenenin aksine olaysız ve sakin geçen 7 Haziran günü, Azerbaycan için yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Oyların %59,4’ünü alan Elçibey, Azerbaycan’ın demokratik yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmuştu.
Gençlik yıllarında “milliyetçilik” ve “anti-Sovyetçilik” suçlarından hapis yatan Elçibey’in iktidarı kuşkusuz Azerbaycan’ın Rus ve İran etkisinden çıkması anlamına gelecekti. Seçim sonuçları özellikle Moskova ve Tahran’da kaygı ile takip edildi ancak Bakü’de silahların namluları henüz soğumamıştı ve kimse yeni bir müdehaleye cesaret edemiyordu.
5. Elçibey Dönemi
Bu bölümün girizgahında, daha önce kısaca değindiğimiz Elçibey’in kişiliğine daha derin bir bakış atmamız doğru olacaktır. Tıpkı Haydar Aliyev gibi Nahçıvan’da doğan Elçibey, gençlik yıllarından itibaren daima siyasi hareketlerin içinde bulunmuş bir isimdir. Eğitimini Arap Filolojisi üzerine tamamlayan Elçibey, Sovyet eğitim sisteminde yetişmiş olmasına karşın kendi öz düşüncelerini üretmekten ve paylaşmaktan çekinmeyen bir karaktere sahipti. Henüz üniversite yıllarında iken ülkesinin durumunu idrak ederek, Azerbaycan’ın Sovyet idaresi altında bir sömürge devleti olduğuna kanı getirmişti. Henüz Sovyet egemenliği altındaki ülkelerde “özerklik” veya “kültürel bağımsızlık” kavramlarının bile zor telaffuz edildiği bir dönemde Ebulfez Elçibey hedefini ve ilkesini “kayıtsız şartsız tam bağımsızlık” yani “azadlık” olarak belirlemişti. 1975-1976 yılları arasında “anti-Sovyet” ve “milliyetçi” ifadeleri sebebiyle bir yıl hapis tutuldu.[15] 1989 yılında Ermenilerin saldırılarına karşı savunmasız halkını koruyabilmek için Azerbaycan Halk Cephesi’ni kurdu.[16] Halk Cephesi, ülke tarihinde ilk defa Komünist Parti’ye karşı etkin bir muhalefet imkanı sunuyordu. İdeolojik olarak Turancılık fikrinden güçlü biçimde etkilenip, siyasi kimliğini de Türklük ve Türkiye dostluğu üzerine kurmuştu.
İşte Azerbaycan’ın yeni lideri böylesine bambaşka bir karakterdi ve tüm halka umut aşılamıştı. İlk ve en belirgin değişim ise dış politikada oldu. Elçibey, 7 Haziran’da seçimi kazanıp 18 gün sonra İstanbul’a gitti. Buradan Ankara’ya geçip Başbakan Demirel ile görüştü. Bu görüşmeler içerik olarak tanışma amaçlı gözükse de Elçibey zaten yıllardır Türk politikacılar ile yakın temas kurmuş, iyi ilişkiler geliştirmişti. Bu ilk ziyaretin hemen ardından imzalanan Askeri Eğitim İşbirliği Antlaşması bunun net bir kanıtıdır.[17]
Elçibey’in ikinci ziyareti ise 1992’nin 29 Ekim törenlerine katılmak amacıyla gerçekleşti. Bu ziyaret sırasında, Cumhurbaşkanı Özal’ın kişisel politikalarının da bir sonucu olarak, Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını kazanan Türk devletlerinin liderlerinin katıldığı Türk Zirvesi tertip edildi.[18] Bu zirvenin ardından resmi sıfatla ilk Anıtkabir ziyaretini gerçekleştiren Elçibey, anı defterine şu satırları yazmıştı;
“Daha diyecek söz kalmadı. Hepsini siz, Büyük Ata’mız dediniz. Sizleri ziyaretten mutluyuz.
Ne mutlu Türküm diyene.
Sizin askeriniz.”[19]
Bu ziyaretler sırasında bir dizi ikili anlaşma da imzalandı. Ancak asıl önemli olan; Türk dünyasını yeni yeni keşfeden Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Özal bu yeni devletlere büyük önem veriyordu.[20] Ve Özal ile Elçibey arasında derin bir dostluk kurulmuştu. Bu dostluk ülkesinde yalnız bir lider olan Elçibey’in hem siyasi hem de kişisel hayatı için çok mühimdir.
Her ne kadar dış politikada başarılı ve kendi idealleri doğrultusunda başarılı hamleler yapsa da yeni hükümet için ülke içindeki durum aynı parlaklıkta değildi. Öncelikle belirtmek gerekir ki; Azerbaycan Halk Cephesi, bir siyasi partiden ziyade bir silahlı milis hareketi olarak kurulmuştu. İdari olarak tecrübeli kadroları yoktu ve iktidara gelişleri de, bahsettiğimiz üzere, siyasi programları göz önünde bulundurularak olmamıştı. Seçim süresince vurguladıkları “azadlık” yani tam bağımsızlık için ellerinde geliştirdikleri bir yol mevcut değildi. Öte yandan, Ebulfez Elçibey hareketinin liderliğini üstlendiğinden beri kendisini bir politikacı olarak nitelendirmemişti. Makam ve koltuk talebi olmayan bir dava insanı olduğunu vurgulamıştı. Yeni iktidarın karşılaştığı en büyük problem yerleşmiş bürokrasiydi. Yıllardır Sovyet idaresi ve Komünist Parti yöneticileri tarafından oluşurulan idari kadrolar, Elçibey için zorluk çıkarıyordu. Komünizm her ne kadar anayasadan kalksa da bürokratlar hala aynı kişilerdi. Bu kadrolar Bakü’den ziyade Moskova’dan emir alır gibi hareket etmeye devam ettikçe, Elçibey iç politikada bir yol katedemiyordu. Yine de Latin harflerinin kabulü ve Rus askerlerinin ülkeden çıkartılması gibi devrim niteliğinde kararlara imza atılmıştı.[21]
Eski bürokrasi dışında bir diğer tehdit ise yerel kuvvetlerdi. Özellikle Ermeniler ile girilen mücadelede düzenli bir ordunun olmaması sebebiyle kentlerdeki güçlü ve zengin kimseler milis kuvvetler oluşturmuş ve adeta birer savaş beyi[22] haline gelmişlerdi. Silahlanan ve kendilerine siyasi güç de kazanan bu beyler, hem Bakü’nün otoritesine karşı geliyor hem de silahlarını düzenli orduya teslim etmiyorlardı.
Bu iki sebep yüzünden Elçibey ve Halk Cephesi Ermenilere karşı vaat ettikleri etkin mücadeleyi gösteremediler. Git gide artan Ermeni saldırıları ile işgal alanı büyüyordu. Bu süre zarfında Avrupa’dan ve Birleşmiş Milletler’den destek arayan Elçibey hem destek bulamıyor hem de zaman kaybediyordu. 1993 yılının Mart ayında Ermenilerin Kelbecer’i işgal etmesiyle halktaki hoşnutsuzluk son raddeye ulaşmıştı.[23] İktidara gelmelerinin temel sebebinin Karabağ Sorunu olduğu düşünülürse, kısa sürede halktaki desteklerini kaybetmeye başladıklarını söyleyebiliriz.
Elçibey dönemide Rusya ve İran ile olan ilişkiler ise gergindi. Daha önce de değinildiği üzere Elçibey’in iktidarı alması bu iki ülke yönetimi tarafından hoş karşılanmamıştı. Rusya için kritik olan nokta Azerbaycan’ın petrol ve doğalgaz yataklarıydı. Azerbaycan’ın milli şirketi Socar 1992 yılında kurulunca Rus şirketlerinin gelirleri büyük oranda etkilenmişti. Ayrıca Elçibey petrollerin çıkarılması ve satılması konusunda Rusya ile değil Batı ülkeleri ile işbirliği yapmak istiyordu. Bu amaçla yapılan protokoller ardından kurulan konsorsiyumun liderliği de BP şirketine bırakılmıştı. Bütün bunların ardında Rusya, Elçibey aleyhine propogandasını arttırıyor ve Ermenilere daha kuvvetli destek sağlıyordu.
Ermenilerin bir diğer önemli destekçisi ise İran’dı. Ülkesinde büyük bir Azeri (Türk) nüfus bulunduran İran, ayrıca “Güney Azerbaycan” adlı idari bir eyalete de sahipti. Bu bölge 1813 ve 1828 yıllarında yapılan anlaşmalar ile Azerbaycan’dan koparılmış ve İran’a verilmişti. Bakü’den yükselen milli birlik ve milliyetçilik hareketinin kendi ülkelerinde kargaşaya sebep olacağına inanıyorlardı. Elçibey ise henüz seçim öncesi dönemlerde bile “Birleşik Azerbaycan” hayalinden ve bir anlamda hedefinden söz ediyordu. Bu etkenler, Tahran’ın Azerbaycan’a karşı agresif bir politika gütmesine ve Karabağ’daki Ermeni işgalini desteklemesine sebep oluyordu.
Elçibey için bir diğer – belki de en önemli- kırılma anı ise Turgut Özal’ın ani ölümü olmuştur. Özal, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir değişime giderek yeni bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerine özel bir önem vermişti. Bu yeni devletler arasında en dikkat çekeni olan Azerbaycan ile özel bir ilişkisi vardı. Özellikle Elçibey’in iktidara gelmesi ile aralarındaki kişisel dostluk iki devletin ilişkilerine de yansımıştır. Azerbaycan dünya siyasetinde kendini Türkiye’nin yanında konumlandırırken, Türkiye ve Özal Azerbaycan halkı için önemli figürler haline gelmişlerdir. Ancak, Özal’ın 17 Nisan 1993 tarihinde kalp krizi geçirmesi herkes için şok etkisi yarattı. Orta Asya ve Azerbaycan gezisinden henüz dönen ve bu gezi sırasında çokça yorulan Özal’ın kalbi bu yıpranmayı kaldıramamıştı. Bu beklenmedik ölümün etkileri kuşkusuz çok büyük olmuştur, hem Elçibey değerli bir dostunu kaybetmişti, ki siyasi figürler için bu dostluk nadir rastlanan bir durumdur, hem de Azerbaycan çok kritik bir süreçte iken en büyük müttefiki yeni bir politika geliştirmek zorundaydı. Zaten, daha sonra bahsedeceğimiz üzere Demirel’in Cumhurbaşkanlığı ve istikrarsız koalisyonlar süresince Türkiye, ne Karabağ Sorunu’nda ne de Elçibey’in iktidardan indirilmesi olayında etkin bir rol oynamamıştır.[24]
Özet olarak, Elçibey’in büyük umutlarla başlayan liderliği Azerbaycan halkının beklentilerini karşılayamamıştı. Belli konularda önemli adımlar atılsa bile iç siyasette güç tamamen ele alınamamış, Ermeni Sorunu çözülememiş, dış politikada yalnızlık baş göstermişti.
5.1. Elçibey’in indirilmesi: 1993 Gence İsyanı ve Darbe
Yazımızın bu bölümüne kadar bahsettiğimiz tüm siyasi yapıyı değiştirecek olayların fitili 4 Haziran 1993 tarihinde Azerbaycan’ın en büyük ikinci şehri olan Gence’de ateşlendi. İsyanın başında daha önce ismini anmadığımız bir kimse, Suret Hüseyinov vardı. Hüseyinov esasında bir asker değildi, Gence’nin zengin kişilerinden olduğu için Rus askerlerinden kalan silahları almış kısa sürede güçlenmişti. Karabağ’daki direnen kuvvetlere silah yardımı yaparak bölgedeki güçlerin komutanı haline gelmiş ve albay rütbesini almıştı. Bahsedildiği üzere bölgedeki savaş beylerine karşı cephe alan Bakü hükümeti Hüseyinov’un da yetkilerini elinden almak için harekete geçmişti. Bunun üzerine elindeki birliklerle ve muhtemeldir ki Rus desteği ile (en azından silahlarını bölgeden çekilen Rus kuvvetlerinden aldığı kesindir) Bakü’ye doğru harekete geçti.[25] Üzerine gönderilen birlikleri mağlup ederek ilerleyen Hüseyinov, hükümeti devirmek için geldiğini açık açık deklare ediyordu. Halktan da umduğu desteği göremeyen Ebulfez Elçibey, kritik bir hamle yaparak Haydar Aliyev’i Meclis Başkanlığı’na getirdi.
Aliyev, Sovyet rejimi sırasında Politbüro üyeliğine kadar yükselmiş ve yıllarca Azerbaycan’dan sorumlu olmuş bir isimdi. Sovyet bürokrasisi içinde en yüksek kademeye ulaşan Azeri olduğu için halkta büyük karşılığı vardı. Bağımsızlık sonrası aktif siyasetten uzaklaşmaya karar vermiş ve Nahçıvan Özerk Bölgesi’nin Meclis Başkanlığı’na geçmişti. Ancak, beklenenin aksine daha da aktif bir siyaset izlemeye başlayan Aliyev, 7 Haziran seçimlerine yaş sınırından dolayı aday olamamıştı. 1992 yılında Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapan Aliyev, dönemin başbakanı Demirel ile görüşmüş ve Türkiye ile Nahçıvan arasında işbirliği protokolleri imzalamıştı.[26] Bu dönem Türk gazetelerine röportajlar vererek kamuoyunda kendini tanıtıp, “Bütün hayatımda daima Türkiye’den destek aradım” ifadelerini kullanmıştı.[27] Anlaşılmaktadır ki Elçibey isyana karşılık halk desteğini toplayabilmek için Aliyev’i yeniden Bakü’de makam sahibi yapmıştı.
17 Haziran günü ise darbenin seyri değişmeye başlamıştı. Hüseyinov, Haydar Aliyev aracılığıyla gönderdiği mesajda Elçibey’in 24 saat içinde teslim edilmemesi halinde Bakü’ye gireceğini belirtmişti. İsyancı birlikler Bakü’ye dayanmış Elçibey’in kellesini istiyorlardı, artık bir iç savaşın kaçınılmaz olduğu konuşuluyordu. Bu ihtimalden çekinen ve can güvenliğinden endişe duyan Elçibey, 18 Haziran sabahı yanına ailesini ve dört korumasını alarak Bakü’yü terketti.
O gece televizyona çıkan ve henüz göreve gelen Meclis Başkanı Haydar Aliyev ise Cumhurbaşkanı’nın tüm yetkilerini üzerine aldığını deklare etti. Meclis ise bu durumu protesto ederek Elçibey’in görevden çekilmediğini yineledi. Bütün bunlar olurken Ebulfez Elçibey doğduğu yer olan Nahçıvan’ın Ordubad kasabasında ikamet ediyordu.
Bu kargaşa içerisinde, Suret Hüseyinov birliklerini Bakü’ye ilerletti. 22 Haziran günü küçük bir birlik hiçbir engelle karşılaşmadan şehre girip yönetime el koydu. Yaptığı açıklamada Elçibey’in istifasını istiyor ve kan dökmekle tehdit ediyordu. Ayrıca, Haydar Aliyev’e birleştirici ve olumlu tutumu nedeniyle teşekkür ediyordu. Bütün bunlar olurken Elçibey’in kaldığı Ordubad kasabası da kuşatma altındaydı ve giriş çıkışlar engelleniyordu.
24 Haziran’da olağanüstü gündem ile toplanan Azerbaycan Milli Meclisi, Elçibey’in yetkilerinin Aliyev’e devredilmesine karar verdi. Bu oylama sırasında Elçibey’in partisinden yani Halk Cephesi’nden birçok vekil de evet oyu kullanmıştı. Bu kararı protesto eden Elçibey, halkın oyuyla gelenin ancak halkın oyuyla gideceğini yineliyordu. Ancak, bir oldu bitti ile yetkileri alan Aliyev, isyancı birliklerin komutanı Suret Hüseyinov’u Başbakan ve Başkumandan olarak atamıştı.
Artık Bakü’de bambaşka bir atmosfer vardı. Elçibey ise hak iddiasını sürdürüyor ve darbenin meşruiyetini sorguluyordu. Ancak Elçibey’in popülaritesi gün geçtikçe düşüyor ve ismi gündemden uzaklaşıyordu. Bu süreçte Aliyev, meclise bir referandum kararı aldırttı. Bu karara göre halk Elçibey için güven oylamasına gidecek ve darbenin izleri silinecekti.
Referanduma gidilirken Elçibey’in Bakü’ye dönmesine izin verilmiyor ve dolayısıyla herhangi bir seçim faaliyeti yürütemiyordu. 26 Ağustos günü yapılan güven oylamasına göre halkın %70’i Elçibey’i Cumhurbaşkanı olarak görmüyordu.[28]Elbette oldukça gergin ve antidemokratik bir ortamda yapılan oylama güvenilir değildi ancak yüksek oranda “hayır” oyunun çıktığı da aşikardı. Özellikle Elçibey’in Nahçıvan’a gitmesi ve yönetimi bırakması onun dava adamı imajına büyük zarar vermişti. Bu sancılı süreçte de devamlı desteğini beklediği Türkiye ise referandum kararını “istikrar” vurgusuyla tanımış ve yeni yönetim ile temaslara başlamıştı.[29]
Böylece Elçibey’in kısa süreli iktidarı son bulmuştu. Ebulfez Elçibey, 2000 yılında Ankara’da hayatını kaybetti ve devlet töreni ile Bakü’de defnedildi.
6. Haydar Aliyev Döneminin Kısa Bir Değerlendirmesi
Bütün bu siyasi hesapların ve ince oyunların ardından tek kazanan Haydar Aliyev olmuştu. Sovyet yönetiminde gözden düştükten sonra memleketinde göstermelik bir makama gelen Aliyev için siyasi hayatı bitti denirken, ülkenin Cumhurbaşkanı olmuştu. Aliyev, Hüseyinov’un başlattığı isyan sırasında kendisini çok iyi konumlandırmış ve Elçibey’in zor durumundan faydalanıp Meclis Başkanlığı’nı almıştı. Ardından Elçibey’e sırtını dönerek Cumhurbaşkanlığı’nı da kazanmıştı. Tahmin edileceği üzere sıradaki hamlesi Hüseyinov’dan kurtulmak oldu. İki ay gibi kısa bir sürede başbakanlık ile oyalanan Hüseyinov’un, bu görevi yürütemeyeceği herkesin malumuydu. Herhangi bir eğitimi ve tecrübesi olmayan Suret Hüseyinov, bu sefer Aliyev’i devirmek için, Gence’de ikinci bir isyan başlattı. Ancak bu sefer olaylar bambaşka seyredince Aliyev halkın da desteğiyle kısa sürede galip geldi. Televizyondan halkına seslenen Aliyev, kendisinin başbakanlığa getirdiği Hüseyinov hakkında “Rus kuklası”, “hain”, “alçak”, gibi ifadeler kullandı. Bu olayın ardından Suret Hüseyinov’un da tasviyesi tamamlandı ve Azerbaycan siyasi hayatından silindi.
Aynı yıl içerisinde bir kaç küçük isyan ve kalkışmayı da kanlı biçimde de olsa bastıran Aliyev ülkenin tek hakimi olmuştu. 1993’te yapılan seçimleri %98.8, 1998’deki seçimleri ise %77.6 oy ile kazanması da bunun bir kanıtıdır.[30]
Azerbaycan’ı 2003 yılında vefat edene kadar yöneten Aliyev, bu süreç içerisinde önce Rus yanlısı ardından ise dengeli bir dış politika izlemişti.[31] Ölümünün ardından ülkenin başına geçen oğlu İlham Aliyev hala görev yapmaktadır. Karabağ Sorunu ise henüz çözülebilmiş değildir.
Sonuç
Kadim bir tarihe ve önemli ölçüde yeraltı zenginliklerine ev sahipliği yapmasına rağmen hakettiği potansiyeline ulaşamamasının en büyük sebebi, kuşkusuz iç politikada yaşanan kavgalar ve oluşan kaos ortamıdır. Sovyetler’in izini silmek isteyen Azerbaycan, yerine getirmeye çalıştığı sistemi de oturtamayınca krizlerle dolu bir süreç yaşamıştı. Zorlu bir coğrafyada varolmaya çalışan bu küçük devlet, çok kısa bir süre içerisinde sayısız darbe ve iktidar mücadelesine ev sahipliği yapmıştı. Bütün bu yaşananların mirası ise bozulan istikrar ve akıtılan kandan ibaret kalacaktı. Bu yazımızda sizlere kısaca Azerbaycan’ın bağımsızlığından başlayarak Elçibey’in iktidardan indirilmesine kadar yaşanan olayları anlatmaya çalıştık. Bu yaşananlar demokrasi kavramının kısa sürede yerleşemeyeceğinin daha da önemlisi bir kez zedelendi mi bir daha onarılmasının ne kadar zor olduğunun kanıtı niteliğindedir.